16.9 C
Malta
Salı, Mayıs 7, 2024
spot_img
spot_img

Kadın ‘Kadın Özgürlüğü’nü İçselleştirebiliyor mu?

Türkiye’nin kadına şiddetle ilgili sıcak gündemine baktığımızda çok sevdiğim Psychologies dergisinden bir yazıyı hatırladim -ki çok iyi bir analizdir; “Ne büyük bir ironiydi dünyada büyük özgürlüklerin kadınlarla temsil edilmesi”,  şöyle devam ediyordu yazı “Amerika’nın en önemli simgelerinden biri olan New York’taki Özgürlük Heykeli bir kadın figürüdür. Bağımsızlık Bildirisi’ni kutlamak için Fransa’nın Amerika’ya hediye ettiği heykel, sağ elindeki özgürlük meşalesini gökyüzüne kaldırır. Öne doğru çıkan ayağının yanında köleliğin kaldırılmasına referansla kırık bir zincir vardır. Heykeltıraş Bartholdi’nin ve inşaat mühendisi Eiffel’in, ortak çalışması olan bu heykel ilhamını Roma Özgürlük Tanrıçası Libertas’tan alır. Bir diğer özgürlük sembolü, ressam Delacroix’nın Fransız İhtilali’nin simgesine dönüşmüş “Halka Yol Gösteren Özgürlük” tablosudur. Burada da özgürlük, göğüsleri açık, sağ eli Fransız bayrağını havaya kaldıran bir kadın olarak resmedilmiştir.”

Peki özgürlük globalde kadınlarla sembolleşmişken kadnların özgür olması neden bu kadar zor? Kendi parasini kazanmak, mülk edinmek, oy vermek, seçmek & seçilmek, istediği kişiyle evlenmek, boşanmak, doğum kontrolü, kürtaj, hamilelik izni, dilediği şekilde konuşabilmesi, giyinebilmesi, ailede erkek çocukla, eşiyle aynı haklara sahip olabilmesi?

Psikolog Gülsah Seral’in analizine göre ‘kadın özgürlüğü’ kavramını tanımlamak için önce özgürlüğün tanımını yapmak gerekir, diyor. Türk Dil Kurumu özgürlüğü, “herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma” ve “her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu” olarak tanımlıyor; Cambridge, Oxford ve Merriam-Webster sözlükleri de çok benzer ifadeler içeriyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin birinci maddesi “Bütün insanlar özgür doğar” der. Ancak, Orwell’in eşitlik için yazdığı sözleri biraz değiştirecek olursak, bazılarının daha özgür olduğunu görürüz. Örneğin bir kişi belki özgürce düşünebilirken, özgürce davranamayabilir, özgürce karar veremeyebilir.

Yeryüzündeki mevcut yaygın düzene göre, genelde erkekler kadınlardan daha özgür, bazı kadınlar diğer kadınlardan daha özgür; cinsiyetin üstüne bir de eğitim durumu, maddi durum, etnik köken, engellilik, din, dil, ırk, cinsel yönelim, cinsel kimlik, mültecilik durumu gibi katmanları ekleyince de
özgürlük konusu çok muğlak bir hale geliyor.

‘Modern’ dünya ile birlikte kadınlar erkeklerin yapabildiği her şeyi yapabilirken evde ve dışarıda görünmeyen ama kadınların çift belki de triple mesai yapmasını gerektiren görevleri üstlendiklerini görüyoruz. Örneğin bir evin çekip çevrilmesi, çocukların büyütülmesi, evde varsa hasta, yaşlı ve engelli bireylerin bakımının sağlanması sadece kadınlara yüklendiğinde, kadınlar evden dışarı çıkamaz hâle geliyor.

Peki kadınlar kendileri bu özgürlük tanımını içsellestirebiliyorlar mı?

Bilinçdışı, ataerkil mantıktan geliyor. Şöyle ki; gelişmiş ülkelerde kadınlar için somut imkân ve koşullar sağlanmış olsa da, birçok kadın onaylanmama endişesiyle kendi istedikleri gibi yaşayamıyor.

Bilinçdışında kimden veya nereden geleceği belirsiz bir izin beklentisi yerini koruyor. Yasalar fiilen özgürlüğü garanti etse de, bilinçdışı yüzyıllar boyunca toplumları yönetmiş ataerkil mantıktan kolay kurtulamıyor.

Kadınlar kabullenilmeme ve yeterli olamama endişesiyle evlenmek, çocuk yapmak ve kariyer yapmak arasında kalıyor. Hepsini bir arada gerçekleştirmeye çalışırken, kendilerini paradoksal modellerle karşı karşıya buluyorlar. Örneğin hem çok iyi bir anne hem de çok başarılı bir kariyer kadını olmak gibi. Sosyal psikolog olan Özge Kantaş bu ifadeye, “Kadından çok iyi bir anne ve başarılı bir kariyer kadını olması beklendiği kadar, başarılı kadının kariyerini bırakması ve sadece çok iyi bir anne olması da bekleniyor” eklemesini yapıyor. “Bu da paradoksa paradoks katıyor. Psikolojik sonuçları itibarıyla, ‘çalışmak zorunda’ olmanın, ‘işi bırakmak zorunda’ olmaktan bir farkı yoktur. Kadını, kariyeri veya anneliği arasında seçim yapmaya zorlamak ya da hem kariyerinde hem annelikte gerçekdışı bir mükemmelliğe zorlamak. İkisinde de ortak unsur ‘zorlanmış’ olmak. Böyle bir dışsal baskı, kadını iki farklı uç arasında sürükleyerek duygusal tahribata yol açabiliyor.” Kendini yol ayrımında bulmuş her kadının, gerekçenin içsel nedenlerden mi, yoksa dışsal baskıdan mı kaynaklandığını bulması için kendine sorması gerekiyor: “Gerçekten çalışmak veya işten ayrılmak istiyor muyum ve neden?”

Farklı bir tercihte bulunmaları ise toplum tarafından kolay kabullenilmiyor. Uzman klinik psikolog İlknur Yılmaz, evlenmeyi kendisi tercih etmeyen ya da evlenmiş ama çocuk sahibi olmak istemeyen kadınların her zaman toplumsal baskı yaşadıklarını belirtiyor. “Toplumsal normlar, değerler, genel
davranış biçimleri en özgür ruhlu kadını bile bir süre sonra etkileyebiliyor. ‘Evlilik yok mu?’, ‘Çocuk ne zaman?’ soruları mahremiyet algısı olmayan toplumlarda çok rahatlıkla sorulur. Bu seçimleri kendi isteğiyle yapan kadınlar bile bir süre sonra eksiklik ve başarısızlık duyguları yaşayabiliyor. Bir yanda kendi yürümek istediği yol, diğer yanda hissettirilen toplumsal normlar. Bu da içsel çatışmaya neden olabiliyor.”

Gözlemlediğim diğer konu ise; kadının kadına kendi doğrularını kabul ettirmeye çalışması. Kendi özgürlüğünü yukaridaki belirttiğim sebeplerle yaşayamayan ya da kısmen yaşayabilen kadınların etrafinda onlardan biraz daha özgür yasama şekli olan kadınları dışlaması; onlara gereğinden fazla konuştukları, düşündükleri, daha açık giyindikleri için ‘rahat kadin’ sifatini takmalari, hatta eşlerinden, sevgililerinden uzak tutmak için ellerinden geleni yapmaları. Bu düşünme tarziyla kadin kendi sosyalliğini de kısıtlamış oluyor. Bundandır sanırım evlenen / erkek arkadaş edinen kadinlarin asosyalleşmesi.

Hep özgürlükten bahsediliyor ve bir adım ötesi genelde ikinci planda tutuluyor ki bence çok onemli; gelişmek, geliştirmek. Kadın özgürlükle ilgili bu kadar paradoks yaşarken nasıl gelişebilir, geliştirebilir ki? Özgürlüğün olmamasi ya da kısıtlı derecede olması kadını kısır bir döngünün içine itiyor; doğru bildiklerine sarılıyor ve diğer kuşakları da bu mentaliteyle büyütüyor ve kadın, çocuk gelişemezken toplum da gelişemiyor.

Yillardir kadın ve hayvan haklarının bu kadar gündemde olması çok üzer beni, erkeğin bu haklarının hic sorgulanmazken kadının -ki gündemden hiç düşmüyor maalesef.

Peki çözüm nedir?

Lokal ya da uluslararası sözleşmeler mi? Sadece sözleşmeyle? Hayır! Çünkü kadın haklarının karara bağlandığı birçok sözleşme var lokal ve uluslararası. Demek ki sadece kağıt üzerinde yazılıp cizilenler yeterli değil.

Çözümün ilk parçası ailede tabii ki, sonra işyerindeki kültürün, aile ve iş hayatına dair sosyal politikaların, toplumsal normların ve kültürün degismesi gerekiyor.

Ama ilk önce kadın kendinden başlamalı; doğaları gereği erkeklerin kendilerinden fiziksel ve entelektüel olarak daha becerikli oldukları inancını değiştirip, eşitlikçi bakış açısına sahip olmak icin kendilerini geliştirmeliler. Bu bilince eriştikten sonrası kolay, emin olun.

Son Haberler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz