Otorite Boşluğu ve Evrenin Israrcı Tekrarı
2025 yılının bittiği şu günlerde, yayınlanışının 50. yılını dolduran Yaşar Kemal’in Yılanı Öldürseler, sadece bir köy draması değil, bireyin kaderle yaptığı başarısız bir pazarlık girişimi üzerine yazılmış müthiş soğuk ve dairesel bir trajedi raporudur. 1975 yılında yayımlanan bu eser, yarım asırdır Anadolu’nun töre ve çaresizlik zincirini edebiyatın en keskin dillerinden biriyle analiz etmektedir.Romanın kalbinde, annesi Zeyno tarafından töre gereği öldürülmek zorunda olan küçük Hasan durur. Bu, sadece bir namus meselesi değil; babasız kalmanın metafizik sonucudur. Baba, evin içindeki ilk ve en somut kanundu. O kaçınca, otoritenin somut temsilini de beraberinde götürdü. Ve bu boşluk, köyün kolektif aklı tarafından anında dolduruldu. Töre, Tanrı’nın bir vekili, bir ‘yedek işletim sistemi’ gibi devreye girer. Ancak bu sistem, affetme veya merhamet gibi kullanıcı dostu özelliklere sahip değildir. Töre, sadece tekrar komutunu tanır.
Alıntı: “O, o çocuğun anasıydı ama o çocuğu gene de öldürmek zorundaydı.”
Bu zorunluluk, ne bir kanun maddesidir ne de ilahi bir emir. Bu, seçeneksizliğin dairesel ironisidir. Baba kayıptır, Tanrı sessizdir; geriye sadece bir köyün, kendi yarattığı zalim bir kural kalır. Yaşar Kemal’in dehası buradadır: O, töreyi, insanın kendi kendine icat ettiği en saçma, en acımasız tanrı olarak gösterir. Bu Tanrı, kurbanlarını seçerken dahi hiçbir mantık aramaz.
Zeyno’nun İkilemi: Vicdanın Bürokratik Çıkmazı ve Dilin İhaneti
Zeyno, romanın en ironik ve en modern figürüdür. O, ne bir Antik Yunan kahramanı gibi kaderine isyan edebilir ne de bir melodram kraliçesi gibi sadece ağlayabilir. O, sistemin çaresiz bir memurudur. Görevi, kendi oğlunu, kendi eliyle, kendi vicdanının mührüyle imha etmektir. Kurşun, sadece bir görev teslim formudur. Ya oğlunu öldürüp köyün ‘Toplumsal Huzur’ adlı absürt faturasını ödeyecek, ya da ikisi birden ‘toplumsal düzeni bozmaktan’ aforoz edilecektir.
Yaşar Kemal, Zeyno’nun iç dünyasını anlatırken, bizi sürekli bir psikolojik cenderede tutar. Annelik içgüdüsü ile toplumsal emir arasındaki bu mücadele, romanın gerilimini yükselten ana mekanizmadır. Bu, sadece bir annenin çaresizliği değil; insan ruhunun, saçma kurallar karşısındaki çöküş raporudur.
Romanda dilin kendisi de Zeyno’ya ihanet eder. Yazar, Zeyno’nun iç konuşmalarını ve yalvarışlarını, köyün demir gibi katı, tekrara dayalı diliyle karşılaştırır. Zeyno’nun kişisel acısı, törenin kuru, duygusuz ve tarafsız diline çevrilmek zorundadır. Aşk, hüzün, annelik; hepsi Namus adlı tek bir soyut ve işlevsiz kavrama indirgenir.
Sinema Uyarlaması: Eksik Metin ve Fazla Melodramın Kısa Devresi
Şerif Gören’in yönettiği 1981 tarihli film, romandan gücünü alsa da, eserin nihai anlamsızlığını ve metafizik yükünü ekrana taşıma konusunda sekteye uğrar. Film, sinemanın hızı ve gerektirdiği düzlemsel dramatik akış nedeniyle, romandaki törenin psikolojik demirini ekrana taşıyamaz.
Romanda, törenin baskısı, okuyucunun boğazını sıkan bir sis gibidir; sessizlikte ve bekleyişin kasvetinde gizlidir. Filmde ise, bu baskı zaman zaman ‘kötü köylü-iyi anne’ gibi basit ikilemlere indirgenir. Oysa Yaşar Kemal’in köyü, sadece bir mekân değil, bir kader fabrikasıdır. Romanın asıl ironik gücü, Hasan’ın kendi katilini (annesini) koruma güdüsüdür. Çocuk, bu saçma zorunluluğu kabullenerek gönüllü kurban rolüne soyunur. Film, bu karmaşık psikolojik katmanı yakalamakta zorlanır, genellikle çatışmayı daha konvansiyonel sinema diline tercüme eder. Oysa Yaşar Kemal’in amacı, kaçışın imkânsızlığını kanıtlamaktır. Sinema, bize kaçış için dar bir kapı gösterir; roman ise o kapının arkasında başka bir duvar olduğunu fısıldar.
Nihai İronik Sonuç: Yılan, Kurtuluş ve Dairesel Zamanın Soğukluğu
Roman, yılanın öldürülmesi ile çocuğun kaderi arasında kurulan absürt ilişkiyle zirveye ulaşır. Töre, tıpkı Tanrı gibi, insanlara anlamsız görevler yükler: Bir yılanı öldürmek, bir günahı temizleyecektir. Bu, ilkel bir kriptolojidir.
Alıntı: “Oysa çocuk öldü. Oysa o yılanı öldürseler, çocuk kurtulacaktı.”
Bu alıntının gücü, ‘oysa’ bağlacında gizlidir. Bu, sadece bir pişmanlık değil, evrenin çalışmayan mantığına yönelik bir itirazdır. İnsan, töreden, kaderden kurtulmak için ne kadar saçma bir görevi yerine getirmeye çalışır? Yılan, doğanın kurbanıdır; çocuk ise geleneğin saçma inancının kurbanı.
Yaşar Kemal, bu romanla şunu ilan eder: Hayat, sadece bir döngüdür. Kaçmak istersin, ama döngü seni yakalar. O kurşun, sadece Hasan’ı öldürmez; törenin, kaderin ve anlamsız zorunluluğun sonsuza dek devam edeceğini de tesciller. Çocuk ölür, yılan yaşar, töre ise gülümseyerek bir sonraki kurbanı bekler.
50. yıldönümünde dahi Yılanı Öldürseler, sadece bir dram değil, yitirilmiş otoritenin ve bireyin sonsuz yalnızlığının edebiyattaki en sert manifestolarından biridir. Yarım asır sonra bile, romanın yarattığı o soğuk ve dairesel trajedi, bize trajedinin asla tükenmediğini, sadece kurbanlarını değiştirdiğini ve en büyük otoritenin (Töre), en büyük anlamsızlıkta saklı olduğunu fısıldamaktadır. Eser, bu acı gerçeği, Anadolu’nun çorak topraklarına kesin ve ironik bir mühür olarak vurmuştur.


