Ruh hâli sabit değildir; tıpkı gökyüzü gibi değişken, geçici ama her zaman bir şey anlatır.
İnsan ruhu sabit bir varlık değil. Gün içinde bile defalarca değişen, şekil alan, bazen açan bazen kapanan bir gökyüzü gibi. Kimi zaman güneşli, kimi zaman puslu. Rüzgârın yönü bir değişti mi, iç dengesi de yerinden oynayabilir.
İnsanlar genellikle duygularını net tanımlara sığdırmaya çalışır: “İyiyim”, “kötüyüm”, “yorgunum”… Oysa çoğu zaman bu kelimeler, iç dünyadaki karmaşayı tarif etmeye yetmez. Çünkü ruh hâli, tıpkı hava gibi; bir anlık değişimle başka bir tona bürünebilir.
Kimi sabahlar içte sessiz bir yağmurla uyanılır. Sebebi belli olmayan bir ağırlık sarar insanı. Ne tam mutsuzluk, ne de tam bir huzur. Sanki gökyüzü griye dönmüştür ama yağmur hâlâ içtedir. Bu hâldeyken dışarıdan gelen “neşelen” telkinleri, tıpkı rüzgârlı bir günde şemsiye açmak gibidir — faydadan çok zarar getirir.
Başka günler olur; insan kendi içinde adeta bir bahar yaşar. Yeni başlangıçlara, yeni fikirlere, yeni sevgilere açıktır. Gözler daha parlak, adımlar daha hafiftir. O hâl, havadaki ilkbahar gibi, içe de ferahlık verir.
Ve bazen de öyle bir rüzgâr eser ki içten, geçmişi de geleceği de önüne katar götürür. Ruhu savurur. Yorgunlukla birlikte bir arınma da gelir ardından. Rüzgâr, sadece dağıtmaz; temizler de.
İnsanın ruhsal mevsimi, takvimle uyumlu değildir. Yaz ortasında iç kışta olabilir. Kışın ortasında içi çiçek açabilir. Bu yüzden kişinin kendine en çok sorması gereken sorulardan biri şudur:
“Bugün içimde hangi hava hâkim?”
Bu sorunun cevabı, sadece bir farkındalık değil, bir rehberdir. Çünkü kişi kendi iç havasını tanıdıkça, hangi gün neye ihtiyacı olduğunu da daha iyi bilir. Kimi gün sessizliğe, kimi gün bir sohbete, kimi günse sadece zamana…
Her ruhun bir havası vardır. Ve bazen en büyük iyilik, o havayı olduğu gibi kabul etmektir.