19 Temmuz 2025
Birinci Dünya Savaşı bitti, Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerine kara bir örtü serildi. Ama İngilizler işi sadece harita değiştirmekle bırakmadı; “En zeki, en çalışkan, en hareketli kim varsa – hop! – Malta’ya” dediler. Böylece, Osmanlı’nın paşaları, nazırları, gazetecileri ve fikir insanları, Akdeniz’in ortasındaki bu küçücük adada “misafirliğe” gönderildi. Elbette, giriş var; çıkış yok!
İngilizler Malta’yı öyle bir kale sanıyorlardı ki, sanki ada değil, dev bir kasatura! Adadaki gözetim İngiliz disipliniyle; tutuklular ise Türk sabrıyla sınanıyordu.
Malta’ya gönderilenler arasında kimler yok ki? Ziya Gökalp, Ali İhsan Paşa, Sait Halim Paşa, Şükrü Kaya, Arif Fevzi… Adeta dönemin “VIP konuk listesi.” İlk başta kamp koşulları fena değil; bir nevi İngiliz usulü disiplinli yatılı okul. Fakat firar söylentileri artınca, bu “okul” kısa sürede tel örgülerle çevrili, mektuplara bile sansür gelen gerçek bir hapishaneye dönüştü.
Bu arada, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmadan bir gün önce (18 Mayıs 1919) Bekirağa Bölüğü’ndeki dostlarını ziyaret etmesi de ayrı bir detay; tarih bazen en kritik mesajlarını kısa ziyaretlerde verir.
Firarın Kıvılcımları
Malta’da günler geçtikçe “kaçış” sohbetleri hızlanıyor. Gazeteci, Vatan gazetesinin sahibi Ahmet Emin Yalman, günlüklerinde eski Van Valisi Tahir Cevdet Bey’in kaçmak için sabırsızlandığını yazar. Kimi “ben burada daha fazla duramam” derken, kimi “ya gazetede bir şey olursa?” endişesinde.
Ve nihayet, Aralık 1920’de ilk firar gerçekleşiyor: Tahir Cevdet Bey ve Trabzonlu Kırzade Mustafa Bey, İngilizlerin gözünden kaçıp Malta’dan ayrılıyor. İngiliz valisi hemen Londra’ya telgraf çekiyor, tabii cevabın tonu “Bunu da mı kaçırdık?” şeklinde.
Ama asıl heyecan, 1921 yazında başlıyor.
Eylül 1921’de, Sakarya’dan zafer haberleri Malta’ya ulaşıyor; umut yeniden filizleniyor. O sırada İstanbul’da, eski İttihatçı çevreler hummalı bir çalışma içinde. Kara Kemal ve ekibi kaçış planını incelikle hazırlıyor, Basri Bey ise “lojistik sorumlusu” olarak sürecin başında. Finans? Onu da İttihatçılar organize ediyor.
Ve o gece… 5 Eylül 1921, Malta açıklarına Tricotti adında bir İtalyan kaçakçı teknesi yanaşıyor. Güvenliğin gevşediği bir anı kollayan 16 kişi, bir anda nöbetçilerin gözünden sıyrılıp sahile iniyor ve tekneye biniyorlar. O gece ne alarm çalıyor, ne kovalamaca yaşanıyor. Firarı sadece, rahmetli Atilla İlhan’ın tabiriyle, “kör bir kayıkçı gördüyor.” Tricotti, İngiliz devriyelerini atlatıp adadan çıkıyor ve 7 Eylül sabahı İtalya kıyılarına varıyor.
Kaçış haberi İngilizlere ulaşınca adada küçük çaplı bir deprem yaşanıyor. Bütün kamp düzeni değişiyor, kalan tutuklular tel örgülerle çevrili Polverista Kampı’na taşınıyor. Mektuplar, ziyaretler yasaklanıyor. İngilizler, “Malta’dan kaçılmaz” iddiasının test edildiğini acı şekilde anlıyor.
Kaçaklar önce Roma’da Cami Bey’e ulaşıyor, ardından sahte kimlikler ve tren biletleriyle Almanya’ya geçiyor. Ali İhsan Paşa, Avrupa’da oyalanmadan Anadolu’ya gidiyor. Diğerleri ise Milli Mücadele’nin galip geleceği günleri bekleyerek Avrupa’da düşük profilde kalıyor.
Kaçanların çoğu Cumhuriyet’in inşasında kritik roller üstleniyor. Şükrü Kaya uzun yıllar bakanlık yapıyor, Arif Fevzi Bey Meclis’te ve Lozan’da görev alıyor, Macit Bey Ankara’ya katılıyor. Yani Malta firarileri, “firari” sıfatından “devlet adamlığı”na adeta yeniden terfi ediyor.
Malta’dan Büyük Firar, sadece bir kaçış öyküsü değil; çaresizliğin ortasında umudun, “imkânsız” denilen şeyin bir gecede nasıl mümkün olduğunu gösteren tarihi bir ders.
Ve evet… İngilizler Malta’dan kaçılmaz diyordu. Ama şu çılgın Türkler, tarih kitaplarına sessiz bir not düştüler:
Aslında bu kaçışın hikâyesi Milli Mücadele sonrası bir gazetede tefrika halinde de yayımlandı. Maalesef arşivlerde alelacele yaptığım taramada o yazı dizisine ulaşamadım; ama okurlara sözüm olsun, bulur bulmaz Malta Haber’imizin arşivine bu güzide hatıratı da ekleyeceğiz.