Bazen bir olay yaşarız, yıllar geçse de etkisi geçmez. Küçük görünür ama içimizde bir yerlere dokunmuştur. Belki çocukken bir bakış, bir söz… “Sen zaten beceremezsin” gibi. O an geçer, biz büyürüz ama o söz içimizde yankılanmaya devam eder.
Ve bir gün, biri yine bize benzer bir cümle kurar. İçimizde bir şey sızlar. İşte tam orası, yara yeridir.
Yaralar konuşur aslında.
Ama kelimelerle değil.
Birden yükselen öfkeyle, aniden gelen gözyaşıyla, içimizde açıklayamadığımız boşlukla…
Biri seni görmezden geldiğinde neden bu kadar kırıldığını düşündün mü hiç?
Ya da biri seni anlamadığında neden bu kadar yalnız hissettiğini?
Çünkü o an, sadece o kişiyle değil, geçmişte o hissi yaşadığın herkesle aynı anda karşı karşıyasın.
O yüzden tepkiler bazen büyür. Çünkü acının kaynağı sadece “şimdi” değildir.
Birçok insan aynı soruyu sorar kendine: “Bu kadar küçük bir olay neden beni bu kadar etkiledi?”
Çünkü tetiklenen şey, geçmişte üzeri örtülmüş ama tam anlamıyla iyileşmemiş bir parçadır. İçimizde hâlâ duyulmak isteyen, anlaşılmayı bekleyen bir yan vardır.
Çoğu zaman sessizdir bu yan. Ama suskunluğu derindir.
Ve bazen bir bakışla, bir kelimeyle, bir ihmal ile uyanır.
Yaralar, kendimizi tanımamız için birer işarettir aslında.
Bize “burada hâlâ iyileşmeye ihtiyaç var” der.
Ve biz her seferinde kaçmak yerine durup dinlediğimizde, içimizdeki o çocuk biraz daha güvende hisseder.
Şefkatle, yargılamadan bakabildiğimizde, yara yerimiz sadece acı veren bir nokta olmaktan çıkar; aynı zamanda içsel büyümemizin kapısı olur.
Kırıldığımız yerlerden daha derin bir anlayış doğar.
Ve zamanla öğreniriz ki, yara yalnızca acı veren bir şey değildir.
Yara, bizi kendimize yaklaştıran bir çağrıdır.
Bugün kendine şu soruyu sorarak başlayabilirsin:
“Canım neden acıyor? Bu acı bana ne anlatmak istiyor?”
Çünkü her yaranın bir hikâyesi, her hikâyenin de seni sana götüren bir yolu var.
Ve sen her duyuşta biraz daha iyileşiyorsun.
Bugün, içimde konuşan yaraları sevgiyle dinlemeye, onları anlamaya ve şefkatle sarmalamaya niyet ediyorum.